Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu
Sanal Hogwarts'a Hoşgeldiniz!
Sitemizden Yararlanmak İçin Kayıt Olmanız Gerekmektedir...
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu
Sanal Hogwarts'a Hoşgeldiniz!
Sitemizden Yararlanmak İçin Kayıt Olmanız Gerekmektedir...
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu


 
AnasayfaKapıLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Bakanlık Alımları

Aşağa gitmek 
+2
Persephonie Fraude
Marsdén Lexie Millér
6 posters
YazarMesaj
Marsdén Lexie Millér
Hogwarts Müdiresi & Admin
Hogwarts Müdiresi & Admin
Marsdén Lexie Millér


Kadın Mesaj Sayısı : 1972
Yaş : 30
Nerden : ist.
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Tarafsız
Asa : Çığlığın Derin Sesi
Kan Durumu : Safkan
Özel Yetenek : Metamorfmagus
Patronus : Unicorn^
Kayıt tarihi : 11/04/08

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeÇarş. Tem. 15, 2009 6:09 pm

Bakanlık Çalışanı olmak için alttaki formu doldurunuz.

Ad:
Soyad:
Örnek Rp:
İstediğiniz Bölüm (Başkan/Çalışan):

*Bir tane Sihir Bakanı ve her bölüme birer başkan alınacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://sanal-hogwartsrpg.yetkin-forum.com/lejant-f7/angel-marsde
Persephonie Fraude
Sihir Bakanı
Sihir Bakanı
Persephonie Fraude


Kadın Mesaj Sayısı : 408
Yaş : 30
Nerden : Red Lake
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Tarafsız.
Rp Sevgilisi : Matthew Andy Black.
Asa : Kristal Yürekler.
Evcil Hayvan : Krup - Dorian
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Cansarar
Kayıt tarihi : 17/05/08

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeSalı Ağus. 04, 2009 11:13 am

Ad: Aleida Emilie
Soyad: Widmore
Örnek Rp:

Grup Terapi

Zümrüt yeşili gözleri, eskimiş parkenin üzerinde Z'ler çiziyordu. O'na bir vampiri anımsatan siyah saçlı kızsa kemana benzeyen, gıcırtılı ama içindeki boşluğu dolduran asil sesiyle konuşuyordu. Dört kişilik gruplarında hastalığını kabul eden tek kişiydi siyah saçlı, vampirimsi kofti. Bulutlara bakıyormuş gibi ahşap parkenin üzerindeki koyu kahverengi şekilleri yorumlayarak gözlerini hayattan soyutlamışken o kızın ruhunu okuduğunu düşünmeye başladı. Her adımda daha da güçlendi bu düşünce. En sonunda inandı her zaman olduğu gibi hikayesine. Ardından da kendisini, beynini suçladı bir yalana inandığı için. Deliliği bir kılıfın içine sarılıydı. Bu kılıf beynini ele geçmişti. Sadece kımıldayabiliyordu, çırpınabiliyordu. Koşamıyordu. Evet, ilaçlardı Derin'i bağlayan kılıflar. İlaçlı zamanlarında ne olduğunu, kim olduğunu bilemiyordu. İnançları bir avuç toz gibi dağılıyordu. Onları tekrar toplayıp birleştiremeyeceğini düşünüyor, korkuyordu. Fakat sonra beynini ele geçiriyordu o sahtelik tekrar.

Parkenin üzerindeki sarmalımsı desenin kıvrımları üzerinde dönmeye başlamıştı bakışları. Sarmalın ucu başlangıçla birleşiyordu. Bir düğüm de denebilirdi bu garip şekle. İnatla o şeklin kopan bölümünü bulmaya çalışırken bir yandan yanındaki kızın ruhunu çözüp, bir yandan da kendisini sorgulamak Derin'i hipnotize etmişti. Bedenini düşünecek yer kalmamıştı beyninde. Oturduğu sert, mindersiz sandalyenin arka ayakları havaya kalmış, tüm ağırlığı ön kısımda toplanmıştı. Fark etmeden çözmeye çalıştığı sarmala doğru ilerliyordu. Diğerlerinin bunu fark ettiğini sanmıyordu ancak psikiyatrist Andre ile psikolog Hilda düşmek üzere olan kızı fark etmiş gözleme durumunu almışlardı. Tam dengesini kaybedecekken ondan beş-altı adım ileride oturan Hilda ayağa kalkıp Derin'i arkaya doğru itekledi. Bu dokunuşla kendisine gelen Derin ölünün bakışlarına dönen gözlerini Hilda'nın gözlerine dikti. Ya Hilda bir kaç dakikayı aşan bir süre ayakta kaldı ya da Derin için zaman durdu. Gözlerinin derinliklerine baktı. Korktu çünkü gözlerinin yansımasını gördü. Bir ölü gibi bakıyordu. Başkalarına göre boş, Derin'e göre dünyanın en anlamlı bakışı ve hayatın sonu. Bir ölü ölmeden beyinde tüm duygular karışır. Aşk, şehvet, güç, tutku, sevgi, nefret... En önemlisi yaşam ve ölüm bir olur. Bu yüzden iristeki her hat, her renk parlar, son bir canlılık yaşar ve bir daha solmaz. Bu durum yansıyan gözlerini anımsatıyordu. Korktu. Kendinden bir kez daha korktu. Oturduğu yerden biraz daha kaydı, fakat daha sonra Hilda'nın gözlerindeki anlamsız korkuyu farketti. İnsandan korkan, korkuyu sezip kendi korkusunu bastıran bir sokak köpeği gibi ona saldırmak istedi. Onu ezip bu lanet odadan çıkmayı diledi. O sırada Andre o kibar ama aynı zamanda emredici tarzıyla fısıldadı.
" Bugün sen ne anlatacaksın Derin. " Gözlerindeki kaos'u besleyen garip nefret yavaşça söndü. Mantığını ezen iç güdü yavaşça söndü, yerine iyice yerleşip Hilda'nın yerine oturmasını bekledi. Bu bir vakit kazanma numarasıydı, bir kibarlık değildi. Eli gri elbisesinin bol cebinin, büyük dikişleri üzerinde sert oynayışlar yaparken gözleri bu sefer Andre'ye dikilmişti. Yine beyaz bir gömlek, yine cesaret verici bir gülüş. Hatalar ve saldırganlıklar görmezden gelinir, konular hep başka yere çevrilir, sorular terapinin ortasında sana süpriz olarak gelir. Onun taktiği budur. Bu yüzden ondan hoşlanmıyordu. Hazırlıksız yakalandığı, konuşmasının ahengini bozan bir cümlenin rol aldığı bir konuşmaya devam edemezdi.

Derin'in gözlerindeki hapisten bıkan Andre sandalyesine iyice yerleşti.
"Evet?" diye fısıldadı, bir yandan da sayfa değiştirip bakmaya tenezzül etmeyerek önündeki kağıda Derin hakkında bir kaç cümle yazdı. Kalem hareketsiz kaldığında Derin kan kırmızına boyanmış dudaklarını isteksizce araladı. Hiç bir zaman beğenmediği kalın tonlu sesiyle konuşmasına başladı. " Evet, kabul ediyorum. Benim beynim diğer insanlar gibi çalışmıyor. Ben farklıyım. Bu odadaki diğer insanlarda farklı." İlk adım hastalığını kabul etmektir, her hafta ilk cümlelerinde kabullendiğini sandığı gibi yine gözlerinde umudun ışıltısı vardı. Derin o ışıltı kıvrımının biraz önce Hilda'nın gözlerindeki ışıltıda olup olmadığını düşündükten sonra konuşmasına devam etti. " Hepimiz bir psiko dramanın içindeyiz aslında. Ben Uranos'un efsanesini oynuyorum bu tiyatro sahnesinden ibaret dünyada. Şimdiye kadar size hep düşündüklerimi anlattım. Bu andan sonra size var olma nedenimizi, üzerime düşen görevi anlatacağım. Bundan sonra bana beni sormayacaksınız. benim geçmişimden kalma yaraları onarmaya çalışmayacaksınız. Anlayacaksınız anıların ve kaderin bir dövmeye benzediğini. Siz de yaşayacaksınız efsanesini oynadığınız Tanrı için." Yanındaki saf tip bir şey sormak ister gibi eğilince ona dönüp kısık bir sesle anlatımına devam etti. " Hayır Stell. Bana onu sorma." Elini göğsündeki kolyeyi tutacakmış gibi uzatıp tekrar dizine koydu. " Boynuna taktığın haçtaki İsa yada bir Aşk Tanrıçası. Fark eder mi?" Onun boş gözlerindeki anlamsız, dipsiz boşluğu görünce ister istemez sesini daha vurgulu ama hala sakin bir tarzda sürdürmeye başladı. " Farz et ölüyorsun. Denizde yada kalp kriziyle. Nefesinin nasıl kesildiği sence fark eder mi?" Kızın gözlerindeki anlamsızlığın sadece biraz daha genişlediğini görünce gözlerini ondan tekrar Andre'nin ifadesiz yüzüne çevirdi. " Şimdi onu, bunu bırakın ve beni dinleyin. Söylediklerim size değil sizin içinizdeki soğuk ruha. Bırakın ruhunuz dinlesin, kapatın mantığınızı. Duyduklarınızı kalbinizle ölçün, iç güdülerinizle ölçün, inançlarınızla ölçün. Sizin içinizde kalacak olanla yaşayın. Sakın ha dudaklarınızla cevaplar bulmayın arkadaşlar. Çünkü dudaklarınız yanan alevlerin arasında bir gün kül olacaktır." Konuşma esnasında Hilda'ya dönmüş olan yeşil gözleri ona soru soran Andre'ye geri döndü. " Neden Hilda'ya saldırmak istedin Derin?" Dizlerinin üzerinde bir ölü gibi yatan çantasına baktı. Üzeri aynalarla süslü oaln eski çantasına. Minik aynalardan birinde kendisiyle göz göze geldi. Gözleri Hilda'daki ölü ifadesini kaybetmişti. Sıradan ve huzurluydu. Gözlerini aynadan kaldırmadan cevap verdi. Fısıldar gibi. Ses tonundan dolayı daha çok kusar gibi. "Hilda'ya baktığımda gözlerim ölmüştü. Gözler ölmüşse sende ölmüşsündür Fontaine. Bir mantığın olmaz, herşey içgüdüne bağlıdır. Sadece basit bir kemik torbasısındır. Hilda korktu. Bense bir ilkelliktim. Kendimden korktum. Kendi korkumu bastırmak için onun gözlerine karışan korkuma saldırmak istedim. Kastım ona değil, kendime."

--

1 hafta sonra dondurmacı'da.

Her hafta kendisi hakkında anlattığı aynı cümleleri kuracağı grup terapi gününde, aynı saatinde, aynı dakikasındaydı. Akrep ile yelkovanın arasına sıkışmadan zamanın içinde akıyordu. Birbirini takip eden dejavu'lardan o kadar yorulmuştu ki yüzlerce oynadığı tiyatroyu bir kez daha oynamak istemiyordu. Aynaya bakamıyordu. O bakışı görmek istemiyordu, bu yüzden aynalı duvara arkasını dönmüş adını telaffuz etmeye üşendiği dondurmacıda, önünde bir kase çikolatalı dondurmayla oturuyordu. Yüzünde mız mız bir çocuğun o şımarık ifadesi vardı. 16 yaşından beri her sene cuma günü üvey babasıyla burada dondurma yerlerdi. Ne kadar her seferinde toplantısını son anda hatırlayıp Derin'i yalnız bıraksa da onun geldiği on beş dakikanın değerini şimdi hissediyordu. Masada her zaman olan ılık suyu göremeyince önündeki dondurmaya kaşıkla eziyet etmekten vazgeçip bıraktı. Kollarını birbirine dolayıp insanları tanımlamaya başladı. Sokaktan geçen insanları. Şuan kendisini bir duvarın ardında, görünmez pelerinin altınsa sanıyordu. Yoldan geçen insan modellerini fizikleri değil ruhlarıyla tanımlamaya çalışıyordu. İşin zor yanı buydu. Ayrıca en tehlikeli yani. Sanki her söylediği şeyi duyuyordu o insanlar. evet, evet duyuyorlardı. Mesela şu Mavi şapkalı kadın. Söylediği sert yorum yüzünden Derin'e pis bakışlar fırlatmıştı. Her zihninde yorumladığı sözde insanların yüzleri çirkinleşti, en sonunda bu oyundan vazgeçip önündeki dondurmaya geri döndü. Kızıl saçlarını geriye savurup gözlerini yumdu. El yordamıyla kaşığını buldu ve dondurmaya batırıp havaya kaldır. Yavaşça yere doğru çevirip mermer zemine boşalttı. Yere düşerken çıkan hafif pıtırtıyla kıkırdadı. Ardından kaşığı da fırlattı. Gözlerini araladı. Dondurma kasesini eline alıp ayağa kalktı. Herkes öfke dolmuştu. Yüzündeki gülümseme silindi. Görevli homurdanıyor, müşteriler homurdanıyor, herkes homurdanıyordu. Kafasındaki sesler şüpheciydi. Yine de kimseden korkmuyordu. Kendi elçiydi onlarsa oyuncu. Fark etmeden yere damlattığı çikolata kasesi elini sızlatmaya başlamıştı. kafasındaki sesleri, insanların homurtularını, yoldakilerin homurtularını bastırmaya çabalarken bir den aynayla burun buruna geldi. Gözlerini gördü, ölüye benzediklerini bir kez daha gördü. O kıvrımlarını gördü. Çığlık atıp elindeki kaseyi cama fırlattı. Oyna parçalandı, ruhu parçalandı. Cebindeki paranın çoğunu masaya bıraktı. Hesap umurunda değildi. Koşarak sokağa çıktı. İnsanlar homurduyordu, herkes ona bakıyordu. Herkes üzerine yürüyordu, Derin'in gözlerinde ölüm vardı. Sığınmak için girişine yaklaştığı bütün dükkanlar doluydu. Kapıdan üzerien doğru yürüyen insanlar boşalıyordu. Girişi boş olan, en sessiz mekana daldı. Boş bir masaya attı kendini. Kendisine yardım için gelen görevliyi eliyi elini kaldırarak durdurdu. Aralarına belli bir mesafe koymanın güveniyle eline masadaki mönüyü aldı. Okumaya hali varmış gibi.
"Siparişimi daha sonra vereceğim."

İstediğiniz Bölüm (Başkan/Çalışan): Sihir Bakanı olmak istiyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marsdén Lexie Millér
Hogwarts Müdiresi & Admin
Hogwarts Müdiresi & Admin
Marsdén Lexie Millér


Kadın Mesaj Sayısı : 1972
Yaş : 30
Nerden : ist.
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Tarafsız
Asa : Çığlığın Derin Sesi
Kan Durumu : Safkan
Özel Yetenek : Metamorfmagus
Patronus : Unicorn^
Kayıt tarihi : 11/04/08

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeCuma Ağus. 07, 2009 3:10 pm

Tamamdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://sanal-hogwartsrpg.yetkin-forum.com/lejant-f7/angel-marsde
Dakota J. Petrus
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü
Dakota J. Petrus


Kadın Mesaj Sayısı : 97
Yaş : 28
Nerden : HERYERDEN
Savaşta Hangi Taraftasın ? : ZÜMRÜDÜANKA YOLDAŞLIĞI
Rp Sevgilisi : YOK XD
Asa : Yer Yüzünün Efendisi
Evcil Hayvan : Husky,Daisy
Kan Durumu : SAFKAN
Özel Yetenek : metamorfmagus
Patronus : Kan Kelebeği
Kayıt tarihi : 08/08/09

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeC.tesi Ağus. 08, 2009 8:51 pm

Ad:Ashley
Soyad:Benson

Örnek Rp:
Yatakta hareketsizce durmuş çarşafı sıkıyordu. Doğanın dengesine inat
kımıldamak istemiyordu. Eylemsizlik ilkesine direnebilir miydi daha
fazla? Sanki doğrulduğu anda, hayatın sonunda karşılaşılan kaçınılmaz
gerçeğin tam tersi olacak; bedeni kalkacak ve ruhu yatakta kalacaktı.
Usulca gevşetti yumruklarını. Çarşafa geçmiş tırnaklarından kan
çekilmiş, parmak uçları yatağın örtüsü gibi beyazlaşmıştı. Nefes almayı
unutmuş gibi aceleyle derin bir nefes çekti içine. Tutmaya başlamasının
sebebi neydi bilmiyordu. Kendi kendine söyleyecek söz arıyordu şimdi.
İkna yeteneğinden fersah fersah uzaktaydı. Derin nefesler Hufflepuff’lı
cadıyı neye hazırlıyordu bilmiyordu; ancak tek kanıksadığı gerçek,
dersliğe gitmemek için elinden geleni yapmaya hazır olan bir psikolojik
kalkan oluşturduğuydu. Düşüncelerinin bile içinden geçemeyeceği kadar
sıkı ve güçlü bir kalkan… Biri ona büyü yapmış gibi bedenini kontrol
edemeyerek yataktan doğrulduğunda, tıpkı diğerleri de kendisi gibi
hazırlanıyorlardı. Zavallı bedenlerin hayata ayak uydurmuş hallerine
acımamak elinde değildi. Monotonluk yüzünden sadece uyumak ve ağlamak
isteyen bir bebeğe dönüşmüştü sanki. Aklı söylenenleri algılamakta
gecikiyor, kırık kalbi ise geçmişin etkisiyle daha yavaş çarpıyordu.



Güçlükle
hareket ettirdiği dolabın kapağının savruluşu, aslında sandığı gibi her
şeyin yavaş ilerlemediğini gösteriyordu. Kendine hakim olmak konusunda,
fırtınadaki bir gemi kadar yetenekli olabilen genç cadının yüzünde
geçici kırışıklıklar belirdi. Mimiklere bağlı ve rahatsız edici bu
büzülmelerin sebebinin, güneşin pencereden içeri habersizce giren
ulakları olduğunu anladığında biraz olsun sandığı kadar karanlık bir
dünyaya uyanmamış olduğuna sevindi. Pencereden çektiği bakışlarını
yeniden parfümü üzerine sinmiş kıyafetlerine çevirdiğinde, içlerinden
en ince olan cüppeyi askısından indirmek üzere ellerini uzattı. İnce
tenine değen keten ve kaşmir karışımı el yapımı cüppenin üzerindeki
Hufflepuff armasının ışıldayışına sıkıntıyla baktı. Hızlı bir hareketle
yatağının üzerine attığı cüppeye bakmadan elini ve yüzünü kabuslarından
temizlemek için lavaboya doğru ilerledi. Kımıldanmalar artıyordu
Hufflepuff kızlar yatakhanesinde. Kendisi gibi, Karanlık Sanatlar
profesörünün Edward olduğunu bilenler mutlu oluyorlardı. Çünkü o bir
Hufflepuff mezunuydu. Ancak Paula’nın şimdiye kadar gördüğü
Hufflepufflarla alakası bile yoktu. Kendi kişiliği ile onunkini
kıyasladığında, Seçmen Şapka’yı yanıltacak kadar güçlü bir büyü ile
gönderilmiş bir casus olduğunu düşünmüştü küçüklüğünde. Birinci sınıf
olmanın verdiği acemilikle çoğu insanı yanlış değerlendirip ardından
sağlam dostluklar kuran kumral cadı, aynı zamanda sınıf başkanlığı
yaptığı Edward’la bir türlü aradığı kontağı yakalayamamıştı.

Düşünceleri,
Hogwarts’ın sınırları içerisinde, binlerce değişik yaratığın, görülen
ya da görülemeyen, hissedilen ya da hissetmek için bile yeterli vakit
veremeyecek kadar ölümcül olan diğer varlıkların olduğu Yasak Orman’da;
İhtiyaç odasının şöminesinden gelen sıcaklığın, hararet dolu yüze
yansıyışında gezindi. ‘’ Hatıralar. ‘’ Ağzından
çıkan tek kelimelik cümlenin hırıltısı, yatakhanedeki en sessiz anı
bulmuştu. Yanı başında uyuyan binadaşlarından birinini sorgulayan
sesini tek cümleyle geçiştirdi. ‘’ Yok bir şey. ‘’
Çoktan elini ve yüzünü soğuk su ile ferahlatmış olan Lilith, geç kalmak
için özellikle yapıyormuş gibi yavaş yavaş giyindi. Kollarını içine
soktuğu gömleğin soğuk kumaşı tenine her değişinde tüyleri diken diken
oluyordu. Ancak korkularının etkisi yanında, bir karıncanın aslanla
savaşması kadar komik görünüyordu. Saniyelik titreme nöbetlerinden
birini ustaca geçiştirdi derin bir nefesle yamayarak ve ardından,
asasını cüppesinin bu amaç için dikilmiş cebine yerleştirip, sarı siyah
dekore edilmiş, her zamanki sabah hareketliliğini yaşayan Hufflepuff
Kızlar Yatakhanesi’nden çıktı.

Tahta kapının üzerinde, ardında
bambaşka bir dünya varmış gibi bir izlenim yaratan portrenin gündüz
selamını kibarca yanıtladı. Ne yazık ki portre, Paula’nın çok da kibar
olmadığını düşünüyor olmalıydı. Kızın başını bile kaldırmadan selam
veren halini yadırgamış olacak ki, merdivenlere yönelen Hufflepuff’lı
cadı hakkında söyleniyordu. ‘’ Oh Helga, kemiklerin sızlıyor olmalı. ‘’
Tek kaşını kaldırıp ağız bükerek omuz silkti kumral cadı. Basamaklarda
hızla ilerliyordu. Bir şeyler yemeye niyeti yoktu. Zaten iştahı da
kapalı olduğundan erken yetişeceği dersliğe, Edward’ın da erken
gelmemesini umuyordu. Nihayet merdivenlerden sonuncusunu da, dizinin
üzerindeki kaslardan bir bölümünün ağrıdığını hissederek çıktığında
dersliğe gelmişti. Aşağıya bakan gözlerini kaldırıp açık kapıda
sabitledi. İçeride birkaç kişinin sesi duyuluyordu. Yorgunluğu iki
katın yüksekliğinden değil, içerde onu bekleyen sürprizlerin
tanıdıklığındandı. Dersliğin kapısından içeri girdiğinde Hogwarts’a ait
taş duvarların kokusu da, binadaşlarının tanıdık yüzü de onu
rahatlatmadı. Girişinin ardından anlaşmış gibi rüzgarlarıyla birlikte
içeri doluşan beşinci, altıncı ve yedinci sınıf, her binadan öğrencinin
gürültüsü kesildiğinde, o bilindik sesin tokluğu ve cezp edici tınısı
kulakları doldurmaya başlamıştı.

Havada beliren sapasağlam
ellere, Edward’ın sesini yeniden duyana dek anlam veremedi. Ancak
açıklama yapmada gecikmeyen Karanlık Sanatlar profesörü, ellerin
işkence için kullanılan bir büyü ile, derilerinin parçalanmasını
sağlamalarını istiyordu. Dersin müfredatına mı yoksa büyücünün mizacına
mı bilinmez, Paula’nın gözleri anlayışla devrildi. Önünde havada
sallanıp duran ele bakıp, iğrendiğini hissetti. Deri parçalandığında
içerisinden kan da çıkacak mıydı peki?! Sorgulamadan profesörü aradı
sınıfta gözleri. Herkese kendini kanıtlamak için duruşundaki kibri bile
aynen saklamıştı. Eski binadaşı, taze profesör Ryan…Onunla ilgili
içinden söyledikleri bile garip gelirken, profesör edasıyla duruşuna
nasıl alışabilecekti. Alışmasından ziyade korkuları daha ağır
bastığından, çekinerek nasıl başarılı olabilecekti. Yalnızca önünde
parçalaması gereken, bileğinden kesik gibi duran garip organa dikti
gözlerini. Asasını ince parmakları arasına aldı. Ve kelimelerin
işkenceye dönüştüğü kırmızı ışığı takip etti gözleri. ‘’ Sectumsempra! ‘’




İstediğiniz Bölüm (Başkan/Çalışan):Başkan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marsdén Lexie Millér
Hogwarts Müdiresi & Admin
Hogwarts Müdiresi & Admin
Marsdén Lexie Millér


Kadın Mesaj Sayısı : 1972
Yaş : 30
Nerden : ist.
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Tarafsız
Asa : Çığlığın Derin Sesi
Kan Durumu : Safkan
Özel Yetenek : Metamorfmagus
Patronus : Unicorn^
Kayıt tarihi : 11/04/08

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeC.tesi Ağus. 08, 2009 10:15 pm

Zaten bir mesleğe sahipsiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://sanal-hogwartsrpg.yetkin-forum.com/lejant-f7/angel-marsde
Kiki D. Black
Uluslararası Sihirsel İşbirliği Bölümü Başkanı
Uluslararası Sihirsel İşbirliği Bölümü Başkanı
Kiki D. Black


Kadın Mesaj Sayısı : 34
Yaş : 29
Nerden : İZMİT
Savaşta Hangi Taraftasın ? : zümrüdüanka yoldaşlığı
Rp Sevgilisi : Şu Anda Yok
Asa : Yer Yüzü Meleği
Evcil Hayvan : Cat
Kan Durumu : Safkan
Özel Yetenek : Veela
Patronus : Deniz Kızı
Kayıt tarihi : 14/08/09

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeCuma Ağus. 14, 2009 4:26 pm

Ad:Kiki D.
Soyad:Black
Örnek Rp:Anja iPod'unun arkasından, çiziklerden görebileceği kadarıyla kendisine baktıktan sonra kulaklıklarını takarak en sevdiği şarkılarla baş başa kaldı yine. Seviyordu işte bunu, herkesten, dünyadan, tüm sorunlardan bir an olsun uzaklaştırıyordu kendini müzik. Yatağında yatarken birden masaya çevirdi yüzünü çünkü kendisini görebileceği seviyede bir ayna vardı. Yeşil gözleri ve kızıl dağınık saçlarıyla kendisini güzel hissediyordu. Gözünün üstüne düşmüş sabahtan düzleştirdiği saçını geriye attı ve yatağından destek alarak doğruldu. Dışarı çıkmak istiyordu, dolabına yöneldi. Şarkının ritmiyle başını sallıyor ve ayağıyla eşlik ediyordu. Dolabından mavi ince bir hırka, beyaz kısa kollu gömleğiyle beyaz dar paça pantolonunu çıkartıp, sabahtan beri dağınık olan yumuşacık yatağına attı. iPod’unu kapatıp, beyaz kulaklıklarını çıkartırken hala ayağıyla ritim tutuyor ve sözleri mırıldanıyordu. Dolaptan çıkardığı giysilerini giydikten sonra, takılarını koyduğu kutusunu çıkarttı ve içinden gözüne güzel gelenleri ve kıyafetine uygun olanları seçti: şeker bulduğu, en sevdiği mavi bir küpe ve kalın, hırkasına uyan renkte bir bilezik. Uçuk mavi odasına şöyle bir baktıktan sonra mavi hırkasının kollarını kıvırdı. Dolabının kapağındaki boy aynasında kendisine son bir kez baktıktan sonra saçını unuttuğunu fark etti o güzel gözleriyle bakarken. Kızıl saçlarını sabah düzleştirmişti ama açık bırakmak istemiyordu. Uzun, kat kat kesilmiş kızıl saçlarını sıkı sıkıya biraz sol tarafa doğru bir şekilde topladı.


"Annee! Dışarı çıkmak istiyoruum!” diye seslendi, beyaza boyanmış meşe kapıyı kapatıp mutfağa yol almışken. Annesi Anja’nınkiler ile aynı gözlerle kızını süzdü. “N’oldu? Biriyle mi buluşuyorsun?” Biriyle buluşmayı düşünmemişti ama belki de Elena’yı çağırabilirdi. Beyaz renkteki sandalyeye oturup, sol kolunu da yuvarlak masaya koydu. Yeşil gözleriyle küt kesilmiş sarı saçlı kadına bakıp, hayır anlamında başını salladı. “Yoo; ama belki Elena’yı çağırırım, he?” Biraz düşündükten sonra tekrar konuştu. “Sen boş versene Elena’yı! Anne… Seninle birlikte çıkalım mı?” Uzun zamandır birlikte bir şeyler yapmıyorlardı ailecek ki; babası işi yüzünden hafta sonları hep şehir dışında oluyordu, zaten hafta içi de gece geç geliyor, birlikte zaman geçiremiyorlardı. “Aslında benim de dışarıda bir iki işim var… Olur!” Yüzünde o şefkatli anne gülümsemesiyle bakıyordu Anja’ya. Annesi ayağa kalkarak Anja’nın anladığı üzere – kapının gıcırtısından anlamıştı – yatak odasına gitmişti, hazırlanacaktı. Makyaj yapmak ne de yakışırdı! Birden bire bir gülümseme belirdi yüzünde, masum küçüklük yıllarındaki gülümsemelerinden. Tam o sırada gözleri tezgâhtaki annesiyle babasının düğün resimlerine ilişti. Annesinin o zamanlar upuzun olan sarı saçları topuz yapılmıştı. Çok yakışmıştı, güzele ne yakışmazdı ki! Tüm dişleri belli olacak şekilde gülüyordu ikiside. Ayağa kalkarak sandalyesini masaya doğru ittirdi ve resmi eline almak için tezgâha kadar gitti. Kızılımsı kahve saçlarıyla kameraya gülümsüyordu çoğu zaman ciddi olan babası. Annesinin aslında gülümsemesini belirtmek için yüzündeki ifade gereksizdi; gözleri bile yeterdi; o güzel yeşil gözleri. Daha önce hiç bu kadar dikkatle bakmamıştı bu resme, bembeyaz kabarık etekli gelinlik içindeki annesine ve bıçak gibi ütülenmiş siyah damatlık içindeki babasına. Özlemiş olmasından kaynaklanıyordu belki de. On yedi gündür evde değildi, yine şehir dışındaydı; artık dönünce o işten ayrılmasını bile isteyecekti!


“Hadi kızım!” Yumuşacık ses tonu ile annesi arkasında mükemmel bir şekilde hazırlanmış, bekliyordu. İçinden ıslık çalmak bile geçmişti. “Ov! Süpersin.” Hızlı adımlarla saçını içe doğru tarayarak hoş bir görüntü yaratmış bu güzel kadının peşinden kapıya doğru ilerledi. Farkında olmadan sabah dinlediği hoşuna giden bir parçayı mırıldanıyordu. Thinking of you… Thinking of you… Kapıyı açtıktan sonra beyaz Converse’lerini giymeyi tercih etti. Merdivenlerden, demir tırabzanlara tutunarak inerken alacağı elbiseleri düşünüyordu. Dolabında yer bile yokken bunu düşünmesi belki bencilceydi; ama giyiyordu yine de değil mi? Bir arkadaşıyla karşılaşmayı çok istiyordu. Okul kapandığından beri bir ay geçmiş ve hiç buluşmamışlardı. Hepsi tatile gitmişti. Siyah, demir ve oldukça ağır olan dış kapıyı açtıktan sonra annesinin dışarıya çıkmasını bekledi. Oldukça kalabalık olan bir caddeye gideceklerdi. Tıklım tıklım dolu olan bir yerdi normalde. Bir sürü cafeler, mağazalar, eğlence mekânları... Uzun zamandır gitmediği bir yer, arkadaşlarıyla genelde bu caddeyi seçerlerdi. Babası şehir dışında olduğu için ve annesi de araba kullanmayı bilmediği için otobüsle gideceklerdi. Otobüste giderken hiç konuşmadılar. Anja gibi annesi de dışardaki ve otobüsteki insanları gözlüyorlardı.

“Eh geldik işte. İnelim.” Annesi başıyla onayladı, ayağa kalktıktan sonra duracaklarını belli etmek için düğmeye bastı ve indiler. Birkaç saat boyunca bir sürü mağaza gezip bir sürü şey aldılar: lacivert dar paça kot, çok tatlı pembe bir bluz ve göğüs kısmı lastikli Anja’nın uzun zamandır istediği dizinde bir elbise. İstediği birkaç kitabı da almak için taşlı yollardan kitapçıya yürürken kalabalık bir cafede babasını gördü. Birden dumur bir şekilde durdu! Çünkü karşısında ne iş arkadaşına benzeyen biri, ne bir dostu, ne de o anda akla gelebilecek iyi bir olanak yoktu. Karşısında oldukça çekici bir kadınla oturuyordu. Gözlerine siyah kalem çekmiş, sarışın, biçimli dudaklarının parıldadığı görülebiliyordu uzaktan. Üzerinde yeşilli mavili bir straplez, göğüs kısmı lastikli bir bluz vardı. Altında da kot kapri. Uzun boylu bu kadın, uçuk mavi oldukça topuklu bir ayakkabı giymişti. Yirmi-yirmi beşinde anca vardı bu sarışın. Anja kendine, babasına ve o sarışına lanetler yağdırıyordu. Birbirlerine öyle bakıyorlardı ki, olumlu bir şekilde karşılanması olanaksızdı. Gözlerinin bunları görmesini asla istemezdi, annesini kitapçıya gitmesini zorlamasaydı görmezdi! Şu anda yapabileceği tek şey annesini hızlı bir şekilde kitapçıya götürmekti. Babasına duyduğu şey açıklanamazdı belki. Annesinin koluna girerek hızlıca kitapçıya doğru çekmeye başladı. Duyduğu nefret yüzünden yere o kadar sert basıyordu, sesleri o kadar sert çıkıyordu ki! ”Anichka?” E belli ki anlamıştı bir şeyler olduğunu. “Eski sevgilimi gördüm gibi geldi de… Önemi yok.” Güven vermeye çalışan bir edayla gülümsemeye çalıştı; ama ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu. Annesi başını iki yana salladı ve kitapçıya gittiler. Önceden aklında olan iki kitabı alıp çıktılar. Annesi garip bir şekilde neler olduğunu üstelemedi. Anja bir an önce otobüse binip eve gitmek istiyordu. Kitapçı biraz uzakta olduğu için normalde gittikleri durak yerine daha yakın birini tercih ettiler ve bu cidden iyi olmuştu. Bir daha o adamı, o görüntüyü görmek istemiyordu. Çabucak gelen bir otobüse binip evlerine döndüler. Anja hemen odasına gitti ve hemen çizim defterini çıkardı; fakat kalemini kırmak istemediğinden hemen yerine bıraktı. Arkasına dönüp sinirden ağlamaya başladı.

İstediğiniz Bölüm (Başkan/Çalışan):
Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marsdén Lexie Millér
Hogwarts Müdiresi & Admin
Hogwarts Müdiresi & Admin
Marsdén Lexie Millér


Kadın Mesaj Sayısı : 1972
Yaş : 30
Nerden : ist.
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Tarafsız
Asa : Çığlığın Derin Sesi
Kan Durumu : Safkan
Özel Yetenek : Metamorfmagus
Patronus : Unicorn^
Kayıt tarihi : 11/04/08

Büyücü Özellikleri
Galleon Galleon: 1000

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeCuma Ağus. 14, 2009 7:07 pm

Marsdén Lexie Millér demiş ki:
Tamamdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://sanal-hogwartsrpg.yetkin-forum.com/lejant-f7/angel-marsde
Heaven Mathers
Muggle
Muggle



Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 11/05/10

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimeSalı Mayıs 11, 2010 5:07 pm

Ad: Heaven
Soyad: Mathers
Örnek Rp:

3 saat önce...

4 yıldan sonra ilk defa Quidditch maçına geliyordum. Bu muggle'ların deyimiyle "derbi"ydi. Yıllardır rekabet eden Gryffindorlar ve Slytherinler'in maçıydı bu. Tabi ki de Gryffindorlular kendini bir şey sanan o korkakları yeneceklerdi. Hogwarts'da geçirdiğim her yıl bu olmuştu. Slytherinliler'in kaderiydi bu.
Tribüne ayak bastığım ilk dakika o heyecana inanamadım. Bazı öğrenci grupları şimdiden başlamıştı takımlarını desteklemeye. Öyle heyecanlı ve enerji doluydular ki... Bir an içimde bir burukluk hissettim. Hogwarts yıllarımı hatırlamıştım. Şimdi yaşadığım bütün iyi dostluklarım oradan kalmaydı. Orada kimi zaman güler, kimi zaman ağlardık ama hep birlikteydik. Aramızda dargınlıklar da olsa bunları diğer binalara farkettirmezdik. Ağlayacak gibi olmuştum ama tam o anda oyuncular sahada yerlerini almaya başlamışlardı. Herkes çılgına dönmüşçesine bağırıyordu. Vay canına! Bu atmosferi özlemişim. Burası mükemmel! Maç başlamıştı. Ben de en yüksek sesimle bağırıyor, takımımı destekliyordum ama havadaki güneşin yerini karanlık bulutlara bırakması içimi bunaltıyordu. Kafama taktığım kırmızı şapkayı çıkardım ve oturdum. Neler oluyordu?

Birçok şey aynı anda, tam da ben oturduğumda olmuştum. Hem havada şimşekler çaktı, hem bir çığlık koptu hem de bir oyuncu sahanın dışına doğru düşmeye başladı. Korku dolu dakikalar başlamıştı. Tribünlerdeki izleyiciler çığlık çığlığa koşturuyorlardı. Her tarafı karanlık sarmalamıştı. Bir büyücü, "Karanlık Lady'nin dönüşü bu." diyordu. İşte o an korkmanın zamanının geldiğini anlamıştım. Korkuyla yerimden fırladım. Koşmaya başladım. Dakikalardır koşuyordum. Göğüs kafesim parçalanıyor gibiydi. O anda bir ölüm yiyenin bana yaklaştığını farkettim. Garip bir şekilde yavaşladım ve sonunda durdum. Bakışları deliciydi. İçlerinde bir mezar vardı sanki. Küçümseyici bir tebessümle yaklaşıyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Aklıma ilk gelen şey büyü yapmaktı. Asamı elime aldım ve "Sersemlet!" Büyü işe yaramıştı. Bu bana az da olsa zaman verirdi. Tekrar koşmaya başladım ama bir büyü beni etkisi altına almıştı. Gittikçe uyuşuyor, gittikçe nemli toprağa yaklaşıyordum. Son bu muydu. Bu yaşıma kadar ölüm yiyenlere karşı savaşmıştım ve şimdi onlar tarafından mı öldürülüyordum. Hayır, bu olamazdı. Daha yaşayacak çok şey vardı...

Şimdi...

Oldukça şanslıydım sanırım. En azından ölmemiştim ve ölüm yiyenler beni maçın olduğu yerde unutup gitmişlerdi. Tek bir sorun vardı: Nasıl geri dönecektim? Asamı kaybetmiştim ve o olmadan da hiçbir yere gidemezdim. Epey de kirlenmiştim. Şimdi sıcacık evimde olmak istiyordum ama bu sadece bir hayaldi. Ayağa kalktım ve karanlık da olsa biraz umutla asamı aramaya başladım. Yarım saat kadar sonra umudum iyice tükendiğinde yorulduğumu farketmiştim. Uygun bir yer bulmaya çalıştım ama her yer çamurdu. Ben de bir yere kıvrıldım ve gözlerimi kapattım. Eminim yarın birileri buraya gelirdi. En azından bir araştırma için. Tam da o sırada bazı sesler duydum. Bu sesi bir yerden hatırlıyorum sanki. Bu, bu, bu Profesör McGonagall'ın sesiydi. Hemen çamurlu topraktan kalktım ve sesi takip ettim. Kurtulmuştum! Kalan gücümle koşuyordum sese doğru ve sonunda amacıma ulaşmıştım. Profesör oradaydı.
"Merhaba Profesör!" "Rita? Sen misin?" Doğru ya, uzun zaman olmuştu. "Evet profesör. Ben Rita Culbertson." "Ama, senin ne işin var burada." "Bu uzun hikaye Profesör ve ben çok yorgunum. O faciadan sonra asamı kaybettim ve bulamadım. Burada kalmaya mecburdum. Başka yol yoktu." "Ah, anlıyorum. Pekala asanı bulmana yardımcı olayım o halde." "Çok iyi olur." Evet, kurtulmuştum! Profesör bana yardım edecekti ve gidecektim. Mutluluğuma diyecek yoktu. Bir gecede hem Quidditch izlemiş, hem Rocacha'nın dönüşünü kesin olarak öğrenmiş, hem ölüme mahkum edilmiş, hem de ölümden dönmüştüm. Belki de bu gece hayatımın en garip ve korkutucu gecesiydi.


İstediğiniz Bölüm (Başkan/Çalışan): Büyüceşura Baş Hakimi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Donielle Vantur Campris
Muggle
Muggle



Kadın Mesaj Sayısı : 2
Yaş : 29
Nerden : Bılaaa
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Karanlık
Asa : Ruhun ışığı
Evcil Hayvan : Puma
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Puma
Kayıt tarihi : 22/08/11

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimePtsi Ağus. 22, 2011 5:08 pm

Donielle Vantur Campris
Büyülü Yaratıklar Dairesi Bakanı
Hava çok sıcaktı. Sanırım kırk dereceydi ve tüm gözeneklerimden resmen ter fışkırıyordu. Silahımı saklamak için kalın ve büyük cepli bir yelek giyiyordum. İnsanlar bana deliymişim gibi bakıyorlardı. Onlara bakıp ‘Evet öyleyim,’ demek istiyordum ama diyemiyordum. İnsanlar benim bir Sagu avladığımı nerden bilebilirlerdi ki? Sagular oldukça tehlikeli yaratıklardır. İyi ve kötü olarak ikiye ayrılırlar. Kötü olanlar sagu iyi olanlar ise maguodur. Artık ne kadar iyi olabilirlerse. Sagular hem ruhani boyutta yapılan bir sihir türünü hem de yaşam sıvılarına dayanan sihir türünü kullanırlar. Avcıların seçilmelerine gelirsek. Bu iş bir gelenektir. Nesilden nesle aktarılır ve ne kadar talihsiz bir olay olsa da ailemin tek çocuğu olduğum için bu görev bana kalmıştı.Bu yaratıkların nasıl yok edileceklerine gelirsek, avcı ya ay tozuyla yapılmış mermilerden yararlanmalı ya da saguların kendi dillerinde birkaç büyülü sözcük fısıldayarak ölüm emrini vermelidir. Onların dilini öğrenmek zor olduğu için de ikinci seçenek daha kolaydır. O mermileri ise babam yaptığı için bu çok daha kolay hale geliyor ama ben onların dilini öğrenmeye çalışıyorum bu mermileri yapamayacağıma göre dillerini öğrenmek daha mantıklı, çünkü ben babam gibi silah ve mermi yapımı için eğitim görmedim. Babam öğretmeyi teklif etmişti fakat ben bir yerleri uçurabilme ihtimalimin yüksek olduğunu düşünerek teklifini reddetmiştim. Hayatım buydu maalesef. Yürürken düşünmek, kendime olayları anlatmak gerçekten rahatlatıcıydı. Ne olduğumu, ne yapmam gerektiğini tekrarlarsam daha çok konsantre olabiliyordum. Çok yürüdüğüm için bir lokantaya girdim. Girişindeki klimalıdır yazısı gerçekten çok cazip geliyordu bana. İçeri girdim, klimanın iki masa uzağındaydım. Dibinde durursam felç bile geçirebilirdim. Garsona işaret yaptım. İki dakika sonra masamdaydı. “Buyurun, ne istemiştiniz?” Mönüye tekrardan baktım ve “Buzlu bir kola ve bir dilim çikolatalı pasta. Teşekkürler,” dedim. Notunu aldı ve yanımdan uzaklaştı. Ben de bu arada savaş planımı yapmaya başladım. Not defterimi çıkardım ve yazmaya başladım. Elli dört kurşunum var, kredi kartım da yanımda. Sihir defterim ise yeleğimin cebinde. Arabamı almadığıma da son derece pişmandım çünkü ormana gitmek için taksiye binmem gerekecekti. Olası kötü olaylar için bıçağım yanımda. Eksiğim yoktu arabam dışında. Düşüncelerimi bozan garson oldu. Pastamı ve kolamı masama özenle bırakıp gitti. Kolamdan bir yudum aldım ve anında dişlerimin donduğunu hissettim. Gerçekten soğuktu ve iyi geldi. Pastamdan da bir yudum aldım gerçekten enfesti. Hızlıca pastamı yedim kolamdan da arada bir yudumlar alıyordum eğer fazla büyük bir yudum alırsam ağzımın içi ölü sagular gibi donmuş olacaktı. Kolamın bir kısmı bardağımda kalmıştı fakat içmek için yeterince vaktim yoktu. Hesabı istedim ve parayı önüme gelen küçük kadife kutuya gereğinden fazlaca bir bahşişle birlikte koydum. Oturduğum yerden acele etmeden kalktım ve kendimden emin adımlarımla lokanta kapısından dışarıya çıktım. Ana yola kadar yürüdüm ve bir taksi durdurdum. Adam huysuz birisine benziyordu ama umurumda da değildi. Yetişmem gereken bir av vardı. Yetişmem gerekiyordu çünkü sagular saat dört buçuk civarında inlerinden çıkıyorlardı. Benim aklıma gelen ilk soru neden bu vakitte kalkıyorlar olmuştu. Bana garip geldiği için babama sormuştum, babamın söylediklerine göre bizim göremediğimiz bir güneşleri varmış yani bizim güneşimiz onlar için görünmezmiş. Onların güneşi battığında ayları ortaya çıkar fakat onların güneş ve aylarını göremediğimiz için insanlık adına bir şey yoktur. Bilenler için bu konu ayrı bir meseledir. Taksiciye ormanın oraya tam olarak yaklaşmadan ineceğimi söyledim ve paramı verdim.

En çok Vellimans ile karşılaşmaktan korkuyordum. Çok ürkünç bir kadındı Saguların başı ve yaklaşık olarak üç bin yıldır yaşıyordu. Onunla karşılaşırsam çok zorlanırdım ama büyük ihtimalle yenerdim çünkü ay tozu mermilerim onun işini görebilirdi. Eğer o bir işe yaramazsan eski büyü kitabımı çıkartır ve becerebilirsem sagu dilindeki öldürme büyüsünü kullanabilirdim. Tabii olur da dilim dönmezse falan kendi kendimi öldürmüş olurdum. Yani birinci seçeneğim daima ay tozu mermileriydi. Sadece altı dakikam kalmıştı ve daha elli metrelik bir yolum vardı. Adımlarımı hızlandırdım. İki dakika sonra yuvalarına yakın bir çalılıkta gizlenecek yer bulmuş ve şu an için sessizliğin hakim olduğu meydanı gözlemeye başlamıştım. Çalıdaki dikenler canımı yaksa da katlanılamayacak bir şey değildi, daha kötülerini de yaşamıştım. Dürbünlü silahımı hazırladım ve ateş etme pozisyonumu aldım. Kullandığım silah belki biraz eskiydi ama iyiydi, şu ana kadar ölmediğime göre öyle olmalıydı. Olduğum yerde beni göremezlerdi, bundan emindim. Son saniyelerimi yaşadığımı düşünerek tanrıya sessiz ama içten bir dua gönderdim. Gözlerimi kapattım ve savaşa hazırlanarak derin bir nefes alıp biraz sonra mağaralardan fışkıracak olan sagulara odaklandım. Ve tam saatinde her yerden fırlamaya başladılar. Tek atışta hepsini vurmaya çalışıyordum mermilerim için. Sadece on tane kurşunum kalmıştı. Hızla mücadele ediyordum ve her şey gayet de iyi gidiyordu. Moralim düzeliyor ve onları alt edeceğime olan inancım gittikçe artıyordu. Sonra bir şey oldu ve yer altına inmediler. Yaratıcıları ortaya çıktı. Onu görmeyi hiç beklemiyordum. Şansıma lanet ediyordum. On mermiyle pek şansım yoktu. Direk benimle konuşmaya başladı. “Gel buraya insan evladı. Yoksa burayı senin için cehenneme çeviririm.Saklandığınçalılıktan çık.” Neler oluyor burada? Benim burada olduğumu nasıl anladı? Çok saçmaydı her şey belki de sadece bir tuzaktı bilemezdim. O yüzden ortaya çıkmadım. “Son saniyelerin insan evladı yoksa canını fena yakacağım.” Korkmaya başlamıştım fakat oraya gitmeyecektim düşmeyecektim tuzağa. Benim çalılarda saklandığımı nasıl anladı acaba?

Birden etrafımdaki dikenler batmaya başladı çığlık atmayacaktım fakat daha fazla dayanamayıp bir çığlık attım. Sagulardan bir gülüşme geldi. Adi yaratıklar. Ayağa kalktım ve onlara doğru bir adım attım. Silahım hala elimdeydi. Kadın mittekilerden çok daha güzeldi. Gerçekten çekiciydi.Ürkütücü bir güzelliği vardı. Elbisesi ormanın dallarında yapılmış bazı yerlerini açıkta bırakıyordu. “Aferin insan evladı sonunda akıllandın.” Silahımı kaldırdım ve nişan aldım. “Pek akıllanan birisi değilimdir,” der demez kalbine yakın bir yerden vurdum onu. Hiçbir şey olmadı, sadece küçük bir delik vardı. Şaşırmıştım. “Bana bunlar sökmez insan evladı. Akıllan lütfen sabrımı taşırma.” Arkalardan bir ses geldi. “Hadi tanrıçam onu öldürelim ziyafetimiz renklensin.” Efendileri onu tokatladı. “Konuşmana izin verdim mi sana? Susmasını öğren yavrum.” Tiksinmeye başlamıştım bile. “Lütfen bana insan evladı demeyi bırakın ismim Donielle.” Tepeden bakmasını iyi biliyordu. ”İstediğime istediğim gibi seslenirim. Şimdi bu dalkavukluğu bırak ve sessizce dur.” Bana kimse emir veremezdi. “Sizden emir alacağımı sanmıyorum,” dedim ve tekrar nişan alarak vurdum hem de beş kez, bunun sonucunda dört mermim kaldı, işte bittim. “Sinirlerimi çok zorladın insan evladı cezasını çekmeye hazır mısın?” Artık titreme noktasını da aşmıştım. “Çok geç asıl sen hazırlanmalısın.” Büyü kitabını çıkardım okumaya başladım: “Ey aydınlığın ruhu bana gel! Bana gel ve şu sagunun işini beraber senin aydınlık ve ferah ruhunla son bulduralım.” Devam edecekken kitap artık elimde değildi. Efendilerinin elindeydi. Hafif bir sesle küçük bir büyü söyledi ve kitap yandı. “Hayır!” Diye bağırırken efendilerine doğru koşmaya başladım ve tam üstüne atlayacakken “O kadar kolay değil insan evladı,” dedi ve kendi dillerinde bir büyüyle ölümümü emretti bu kadarını öğrenmiştim çünkü. Sersemledim ve yere dizlerimin üstüne çöktüm ve dudaklarımdan yalnızca birkaç sözcük çıktı adeta fısıltı gibi “Özür dilerim baba, hoşça kal…”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Donielle Vantur Campris
Muggle
Muggle



Kadın Mesaj Sayısı : 2
Yaş : 29
Nerden : Bılaaa
Savaşta Hangi Taraftasın ? : Karanlık
Asa : Ruhun ışığı
Evcil Hayvan : Puma
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Puma
Kayıt tarihi : 22/08/11

Bakanlık Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Bakanlık Alımları   Bakanlık Alımları Icon_minitimePtsi Ağus. 22, 2011 5:09 pm

Flood /

Renklendirme böyle değil siteye koyunca değişiyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bakanlık Alımları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu :: Kimlikler :: Meslek İlanları-
Buraya geçin: