Gözlerini açmak istemiyordu; çünkü bir önceki sabahki gibi bir olayla burun buruna gelmek hiç istemiyordu. Uzun zamandır hayatını öylesine sakin yaşamıştı ki; aksiyonlu saatler onu epey yoruyordu. Dün de geç yatmıştı zaten, yatakhaneye girdiğinde kendisine öldürecekmiş gibi bakan kız sürüsü ile karşılaşmak istememişti ve yatakhaneye oldukça geç gelmişti. Üzerine yürüyen cadaloz kız da dahil, dünkü kız sürüsü fosur fosur uyuyordu. Parmak uçlarına basarak girdiği yatakhane, kendisinin dinlenmesine değil yorulmasına sebep oluyordu ve olacak gibi görünüyordu artık. Deliksiz bir uyku çekmişti ve gözlerini açıp o kız sürüsü ile karşılaşmak en son isteyeceği şeydi. Keşke erkenden kalkıp yatakhaneden ayrılsaydı, belki o zaman kız sürüsü ile karşılaşması imkânsız hale gelebilirdi. Ama kahretsin ki bu son anda aklına gelmişti ve şimdi uyanması gerekiyordu; çünkü Muggle Araştırmaları dersine geç kalacaktı. Gözlerini korkuyla aralarken neyle burun buruna olduğunu sonradan fark edebildi. Gözleri tamamen açıldığında dünkü kız sürüsünün, yatağının etrafına dizilmiş ve kendisini izlediğini görmüştü. Gözleri fal taşı gibi açılmış ve bir harekette yatakta doğrulmuştu. Korkuyla karışık, etrafındaki kızları süzerken cadaloz kız bu görüntünün sebebini açıklayıvermişti.
“Dünkü küçük sıçanımız da sonunda uyandııı!”
İçinden lanetler okurken solundaki kızları geriye ittirerek hemen ayağa kalktı. Buradan bir an önce tüymeliydi, yoksa başına bir sürü şey gelecekti. Adım atmaya hazırlanırken aniden sağ kolundan çekiştirilmişti. İşte bu sefer gerçekten başı beladaydı; ama unuttuğu bir şey vardı. Asasını bu sefer yanına almıştı; asa pijamasının cebindeydi. Tek başına, kız sürüsüne ne kadar yeterdi bilmiyordu; ama bunu bir şekilde becermeliydi. Sağ kolunu tutan kızın karnına dirseğini geçirdikten sonra, kızın yerde kıvranmasını izledi. Bu kadar ileriye asla gitmezdi; ama buna mecburdu. Alaycı bir gülümseme ile kıza baktıktan hemen sonra adımlarını atmaya girişti. İki adım sonra dört el iki kolunu birden tutmuştu. Bu olmamıştı işte, asasına nasıl ulaşabilecekti kim bilir? Bunları düşünürken cadaloz kız hemen karşısına geçti ve iğrenç tiz sesiyle Stefania’ye doğru bağırdı.
“Şimdi hiçbir yere kaçamazsın! Üzerinde birkaç büyü denemeden seni asla bırakmayız, değil mi kızlar?”
Dışından küfretmek isterdi; ama bulunduğu durum buna müsaade etmiyordu. Sinirli bir yüz ifadesiyle kıza bakarken kollarını tutan iki kızı birbirine çarptırmayı denedi. Beceremeyince siniri ve hırsı epey artmıştı. Oflayarak cadaloz kızın suratına iğrenerek baktı. Elinden nasıl kurtulacağını bilmiyordu; ama eğer kurtulursa bu yaptıklarını onun yanına kar kalmayacaktı. Dikildiği yerde tepinirken elini, kafasını, kollarını deli gibi sallamaya başladı. Belki kendisini tutan kızların zayıf bir noktasına vurur ve tutmayı bırakırlar diye uğraşıyordu. Ama bu çırpınışları boşunaydı; çünkü karşısındakiler kendisinden yaşça ve bedence çok büyüktü. Her şeyden vazgeçmişken aklına dünkü kurtuluşu gelmişti. Aynı numarayı yine yerler mi bilmiyordu; ama denekten zarar gelmez diye düşündü. Herkesin rahatlıkla duyabileceği şekilde bağırdı.
“Aaa, Profesör Svet!”
Tek bir kız bile arkasını dönüp bakmamıştı, bu durum kendisini epey sıkmıştı. Alaycı gülümsemeyi takınan bu sefer cadaloz kızdı. Yavaş yavaş üzerine doğru gelirken iki kolu da serbest bırakılmıştı. Evet, asasını bu şekilde rahatlıkla alabilir ve kıza karşı kullanabilirdi. Ama hesaba katmadığı birkaç şey vardı. Etrafını sarmış tam altı tane son sınıf öğrencisi, aynı Slytherinli birkaç öğrencinin kendisine yiyecekmiş gibi olan bakışlarını takınmıştı. Korkudan dizlerinin titrediğini ve birbirine çarptığını hissetti. Her şeye rağmen bunu onlara hissettirmemeliydi. Cadaloz kız bu sefer daha baskılı bir sesle bağırdı Peny’ye.
“Bu sefer yemezler canım. Hadi kızlar, ilk olarak ben başlıyorum.”
Pen korku ile gerilmiş yüz hatlarının ağrıyor olduğunu hissederken yavaşça asasını kavradı. Onların karşısında pek şansı olmasa da bildiği birkaç büyüyü üzerlerinde deneyebilirdi. Kızların küçümser bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu ve hatta birkaçının kendisine güldüğünü duymuştu. Hırsı geçen her saniye daha da kabarıyordu. Bacaklarının artık korkudan değil sinirden titrediğine kanaat getirmişti. Zihninde bulunan diğer bir şey de cadaloz kıza karşı hangi büyüyü kullanabileceğiydi. Bir uzaklaştırma veya fırlatma büyüsü yeterli olabilirdi; ama kıza bir zarar gelirse kendisi açısından hiç de iyi olmazdı. Başka bulmaya çalışırken geriye attığı son adımlar yavaş yavaş tamamlanıyordu. Sırtını sert bir yere çarptığında arkasında bir duvar olduğunu anlamıştı. Evet, son durağa gelmişti, bir an önce büyüyü yapıp buradan kaçmalıydı. Cadaloz kızın asasını kendisine doğrultması üzerine fazla heyecanlandı ve kavramış olduğu asasını bir hışımla cebinden çıkarttı. Nefret dolu gözlerle ona bakarken fazla şiddetli bir sesle aklına ilk gelen büyüyü ona yolladı.
“Petrificus Totalus”
Kızın vücudu kaskatı olmuş ve arkaya doğru yıkılmıştı. Zaferle ışıldayan gözlerine, birkaç saniye sonra iki kız öğrencinin çığlık atarak yatakhaneyi terk etmesiyle, kahkaha eşlik etmişti. Şimdi yapması gereken cüppesini alıp, kızlar tuvaletine gitmekti. Bir önceki gün gibi orada giyinmeli, geç kaldığı dersine yetişmeliydi. Herkes şaşkınlıkla yere düşen kıza bakarken, Pen oradan sıvışmaya çalışıyordu. Tam cüppesini kapmış, oradan sıvışacakken arkasından gelen sesle irkilmiş ve hemen arkasına dönüştü. Evet, bir kıza daha büyü yemek istiyordu. Her ne kadar bunu istemeyerek yapsa da, sinirleri kontrol altından çıkmıştı. Ona bir fırlatma büyüsü yolladıktan sonra diğer kızla çığlık atarak koşuşturmaya başladılar. Bu kadar karmaşanın içinde rahatlıkla kaçabilirdi. Koşar adımlarla yatakhanenin kapısından çıkarken bir kere bile arkasını dönüp bakmamıştı. Kızlar tuvaletine ulaşana kadar da bu sabah yaşadıkları gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmişti.
Kızlar tuvaletinden cüppesini giymiş bir şekilde çıkarken gömleğini düzeltmekle meşguldü. Sarı saçları yine kendisine ihanet etmemiş, tüm parlaklığı ile dümdüzdü. Toplamak istemedi, bu halini seviyordu. Her zamanki gülümsemesini de takındıktan hemen sonra koşar adımlarına geri döndü. Derse yetişmeliydi, geç kalmak onun huyu hiç olmamıştı. Hem geç kalarak profesörün gözünde küçülmeyi hiç mi hiç düşünmüyordu. Koşarken çarptığı kişileri hiç takmadan yoluna devam ediyordu. Sadece bir özür dileme ile geçiştirirken profesöre geç kaldığı için ne gibi bir mazeret bulacağını düşünüyordu. Bir beş dakika sonra kendisini Muggle Araştırmaları dersliğinin kapısında bulduğunda cüppesini ve saçını düzeltmeye koyulmuştu. İşi tamamlandıktan hemen sonra biraz aralık bırakılmış kapıyı yavaşça ittikten sonra masasının başında oturan bir profesörle karşılaşmıştı. Ne yani, geç kalmamış mıydı? Eğer dersliğin sınırları içinde olmasaydı durduğu yerde zıplayabilirdi. Kendini tutarak en ön sıralara doğru ilerlerken profesöre günaydın demeden geçmedi. Sırasına yerleşir yerleşmez gözüne bir muggle kitabı takılmıştı. Biri bu kitabı burada unutmuştu herhalde. Pen önce etrafına bakındı ve daha sonra kitabı eline alarak evirdi çevirdi. Kitap hakkında bir merak başlayınca içinde, kitabı aralayarak okumaya başladı. Ders başlayana kadar da bunu sürdürmeye karar verdi.
/Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir Dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez…/